Announcement Related to the “My Doctor” TV Programme Broadcasted on Channel D
Kanal D’de 01.03.2012 Tarihinde Yayınlanan “Doktorum” Adlı Programa Dair Açıklama (Prof.Dr. Ahmet Rasim Küçükusta ve Dr. Yavuz Dizdar)
Günümüz teknolojileri ile üretilen gıda maddelerinin sağlıklı, güvenli, uzun ömürlü ve ekonomik olması amaçlanmaktadır. Ancak konu ile ilgili olarak gıda bilimi ve gıda teknolojileri alanlarında hiçbir uzmanlığı olmayan kişilerin televizyon ekranlarında tüketicileri yanıltan söylemleri gün geçtikçe artan dozda devam etmektedir. Nitekim 01.03.2012 tarihindeki yayında da; uzmanlık alanları göğüs hastalıkları ve kanser olan iki tıp doktoru doğrudan kişisel deneyimleri ve bilimsel gerçeklerden tamamen uzak durarak yaptıkları açıklamalarla, tüketici algısını gerçek sağlık risklerinden uzaklaştıracak, hatta doğrudan sağlık tehlikesi yaratacak bir yaklaşım sergilemişlerdir.
Sn. Dr Küçükusta’nın “E kodlu katkı maddelerinin 50 yıl önceki teknoloji ile onaylanmış olduğu” iddiası gerçeklerden tamamen uzak olup, uluslararası kurumların ve bilim insanlarının yaptığı ve yapıyor olduğu araştırmaları ve değerlendirmeleri doğrudan yok saymakta ve halkı yanlış yönlendirmektir. Zira gıda katkı maddelerinin sağlık değerlendirmeleri uluslararası olarak başta Gıda Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Sağlık Teşkilatı’nın (WHO) Gıda Katkı Maddeleri Eksper Komitesi (JECFA) ile Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) gibi kurumlar tarafından düzenli olarak ele alınmakta ve izlenmektedir. Zaman zaman hakemli dergilerde yayımlanan araştırma sonuçları dikkate alınarak bu kurumlar o katkı maddesini yeniden değerlendirmeye tabii tutmaktadır.
Bu yayında ambalajlı gıdaların ve endüstriyel ürünlerin, halk sağlığının hiçe sayılarak, sadece kar amaçları ile üretilmiş gıdalar olduğu ve halkın bu ürünlerden uzak durması gerektiği mesajı verilerek halk sağlığı açısından son derece yanlış mesajlar verilmiştir. Zira ambalaj gıdayı her türlü fiziksel, kimyasal ve biyolojik dış etkenden koruyan bir muhafazadır. Tüketici ambalaj sayesinde o gıdanın hangi tarihte, nerede üretildiğini içinde neler bulunduğunu ve ürünün Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndan izinli olup olmadığını öğrenme şansına sahiptir. Ambalaj tüketicinin güvenilir ürünü seçmesi açısından vazgeçilemez bir gerekliliktir. Programda toplumda hastalıkların sayısındaki artış hiçbir bilimsel temele dayandırılmadan ambalajlanmış gıda maddeleri ile ilişkilendirilmiştir. Bir bilim insanı uzmanı olduğu alanda halkı bilgilendirirken son araştırma sonuçlarını da dikkate alarak, gerçekleri saptırmadan, seçmeden ve tarafsız olma ilkelerine sadık kalarak hareket etmelidir. Bu ilkeler doğrultusunda yayına katılan konuşmacıların konu hakkında bilgi sahibi olmadıkları halde sergiledikleri bu yaklaşım etik olarak sorgulanmalıdır. Kendileri toplumu ambalajsız gıda tüketimine yönlendirerek halk sağlığını ciddi bir şekilde tehlikeye atmaktadırlar. Nitekim Dr. Yavuz Dizdar’ın, “marketten peynir alırken tadarak alın” ifadesi, bu konuda hiç bir bilgiye sahip olmadığının göstergesidir. Bir gıda maddesinin güvenilir olup olmadığı tadarak değil, laboratuar analizleri ile değerlendirilebilir. Benzeri şekilde “havadaki küfler gıdanın sadece yüzeyinde olur, altı sağlamdır” şeklindeki ifadeler ile de konuşmacılar küfler ve mikotoksinler hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadıklarını göstermişlerdir. Böyle önemli bir hususu hiç tereddüt etmeden izleyiciye aktarmışlardır. Küfler “mikotoksin” olarak adlandırılan sağlık için son derece tehlikeli zehirli bileşikler üretebilmektedirler. Küfler gıdanın yüzeyinde de gelişse oluşturdukları bu zehirli bileşikler gıdanın her noktasına yayılabilmektedir. Buna benzer şekilde hamburgerin beş yıl saklanabildiği – herhangi bir koşul belirtmeden-, yoğurdun 5 ay masa üstünde küflenmeden durduğu ifadeleri de gerçek olmayan beyanlardır. Ayrıca aynı kişinin “bilim kisvesi altına sığınarak bunları yapıyorlar” şeklindeki ifadesi, bilimsel değerleri küçümseyerek söylemlerine güç kazandırma çabası olup, sahip olduğu bilim insanı ünvanı ile uyuşmamaktadır, bu durum sorgulanmalıdır.
Programda sözde toplum bilgilendirilirken gerçeklerle hiç bir alakası olmayan ve sezgisel yorumlar ile abartılmış ifadeler kullanılmıştır. Örneğin endüstriyel gıdalar için “dayanıklı beyaz eşya gibi” şeklinde bir benzetme yapılmıştır. Burada sanki firmaların çalışanlarından gizli bilgiler alınmış gibi davranılarak inandırıcı olmaya çalışma ve halkı yanlış bilgilerle ikna etme çabaları dikkati çekmektedir.
Aynı programda Dr. Küçükusta’nın kutu süt için kullandığı “ölü süt” ifadesi, tamamen bilgi eksikliği ile yaptığı kişisel ve talihsiz bir yorumdur. Süte pastörizasyon veya sterilizasyon gibi ısıl işlemler uygulanarak olası hastalık etkeni (patojen) bakteriler elimine edilmekte ve ürün güvenilir bir şekilde tüketilebilir hale gelmektedir. Bu işlemler sırasında sütte bozulmaya neden olan bakterilerde de uygulanan sıcaklığa bağlı olarak önemli seviyelerde azalmakta ve sütün dayanma süresi de çiğ süte göre çok daha fazla olmaktadır. Programda kutu süt olarak tanımlanan süt de bu şekilde işlenmiş bir üründür ve kesinlikle katkı maddesi içermez.
Programda kullanılan “insan mikrop almalıdır” ifadesi de halkı yanlış yönlendirebilecek bir ifadedir. Halk arasında “mikrop” olarak adlandırılan mikroorganizmalar doğada çok yaygın olup insan ve hayvanlar bu organizmalarla her zaman çeşitli şekillerde temas halindedir. Ancak tüberküloz, malta humması (brusellosis), Salmonellosiz vb. çeşitli hastalıkların insanlara çiğ süt ve süt ürünleri tüketimi ile geçebildiği gerçeği bilinirken çiğ süt vasıtasıyla mikroorganizma alınmasını savunmak, çiğ süte uygulanan ısıl işlemleri toplumu ürkütecek, yanıltacak şekilde sunmakla gıda güvenliği açısından büyük bir hataya düşülmüştür.
Programda işlenmiş tüm gıdalar karalanmakta, 40-50 yıl öncesi yapılan her türlü üretim kusursuzmuş veya daha iyiymiş mantığına dayanarak yapılan bu yorumlar bilim insanı sorumluluğu ile bağdaşmamaktadır. Uzmanlık alanı tıp olmayan kişilerin kanser tedavilerini anlatıp, doktorları gereksiz yere radyoterapi uyguluyorlar, ilaç veriyorlar vb. şekillerde eleştirmeleri ne kadar yanlış ise, tıp doktorlarının da sadece basit mantık yürüterek gıda güvenliği konusunda benzer yorumlar yapmaları da o kadar yanlıştır.
Programda gözlenen diğer hatalı bir yaklaşım hayvan yetiştiriciliğinde antibiyotik kullanımı konusudur. Antibiyotik kullanımı tavukların hastalanması durumunda veteriner onayına bağlı olarak yapılan bir uygulamadır ve kesimden önceki bir haftalık süre içinde kullanılması yasaktır. Bu durum zaten mevzuatta da net bir şekilde açıklanmıştır. Piliçlerde önerilen koşullarda antibiyotik kullanımının çeşitli sağlık problemlerine, kemik zayıflıklarına, veya anomalilere yol açtığına ilişkin hiçbir bilimsel bir kanıt yoktur. Programda konuşmacılar tavuklarda kollajen üretiminin bozulması nedeni ile bir taraftan tavukların kemiklerinin kırıldığını, yürüyemediğini, diğer taraftan da lades kemiğinin kırılamadığını söyleyerek kendi içlerinde çelişkiye düşmektedirler. Yasal mevzuatın izin verdiği üretim koşullarında piliç etinde kalıntı ihtimali bile son derece düşük olan antibiyotiklerin insanlarda kollajen oluşumunu etkileyerek eklem hasarına yol açtığına ilişkin yorumun anlaşılması mümkün değildir. İnsanlarda antibiyotik kullanımı ile ilgili olarak bu konuda herhangi bir kanıt yokken tavuklar üzerinden böyle bir yoruma gidilebilmesi düşündürücüdür. Ayrıca bu konuda fikir yürütebilecek kişiler Veteriner Hekimler ve Zooteknistler olmalıdır. Bilim insanlarına yakışan doğruluğu bilimsel olarak kanıtlanmış veri ve bilgilerle konuşmaktır. Genç yaşta insanların kalp krizinden ölmesini, karınlarının sarkmasını tavuk tüketimine bağlamak şeklindeki spekülatif söylemler tıp doktorlarına yakışmayacak talihsiz açıklamalardır.
Gıda Güvenliğinin sağlanması açısından bakıldığında etlik piliç sektöründe ülkemizin geldiği nokta övünülecek düzeyde olup kümes koşulları, hayvan sağlığı ve gelişmeleri bakımından Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya ve Avrupa Birliği’nden farklı değildir. Hayvanların yaşama gücü %95’in üzerindedir. Tavukçuluk sektörü ülkemizde kayıt dışılığın en düşük ve resmi kontrollerin en etkin olduğu örnek bir sektördür. Kümeslerin ziyarete kapatılmasına yönelik durum kesinlikle söz konusu değildir. Belirli biyo-güvenlik önlemleri alınmak kaydıyla isteyen kişi ve kurumlar için ziyaret mümkündür. Tıp doktorlarımızın gıda güvenliğinin sağlanması açısından böylesine başarılı bir sektör hakkında bilgi sahibi olmadan fikir yürütmeleri üzücüdür.
Programda değinilen diğer husus tavuk yemlerine amino asit katılmasıdır. Esansiyel amino asitler olarak adlandırılan bazı amino asitler vardır, bu amino asitler tavuklar tarafından sentezlenemez ve yemler ile alınmalıdır. Bu bileşiklerin yemlerin yapısında bulunan diğer doğal amino asitlerden hiç bir farkı yoktur. İhtiyaç düzeylerini karşılayacak miktarlarda hayvan beslenmesinde kullanımları herhangi bir olumsuz duruma neden olmamaktadır. Hayvanın beslenme şekline göre hayvan gelişmesi biyolojik sınırları içerisinde değişiklikler gösterebilir. Tüketici sağlığı açısından düşünüldüğünde göğüs eti oranı daha fazla tavuk üretilmesinin hiçbir sakıncası yoktur. Günümüzde modern yöntemlerle hayvanlar açısından daha iyi koşulların sağlanması ve yararlanılabilirliği daha yüksek kaliteli yem kullanımının sonucu olarak 1,7 kg yemle 1 kg canlı ağırlık sağlanabilmektedir. Burada doğal olmayan bir durum söz konusu değildir. Seleksiyon yöntemiyle iyi genotiplerin ıslah edilmesinin getirdiği yemden yararlanma kabiliyetinin artması da tüketici için bir sağlık sorunu yaratmaz. Kaldı ki yeterli ve dengeli beslenme sonucunda ülkemiz ortalamasında da kadın ve erkeklerin boylarında artış gözlenmektedir.
Günümüzde et üretimi için yetiştirilen piliçlerin kesilmemeleri halinde uzun yıllar yaşamamaları için hiçbir neden yoktur. Bu durumu günümüzde yaygın üretimi yapılan piliçler 45 günden sonra ölüyorlar yaşamıyorlar şeklinde değerlendirip bir gıda güvenliği sorunu olarak göstermek son derece yanlıştır. Gıda güvenliği ve ticari uygulamaları birbirinden net bir şekilde ayırmak gerekir. Burada amaç en yüksek verimi en ekonomik koşullarda elde etme ihtiyacından ibaret olup gıda güvenliği ve halk sağlığı açısından sakıncalı bir durum bulunmamaktadır.
Hayvanların yetiştirildikleri ortamların suni ışıkla aydınlatılmasında da gıda güvenliği açısından olumsuz bir durum yoktur. Tam tersine hayvanların açıkta beslenmesine göre yabani kuşlardan geçebilecek çeşitli enfeksiyon hastalıklarından korunma açısından daha güvenilir olduğu kesindir.
Programda tavuk etlerinin daha kısa sürede pişmeleri de bir sorun gibi gösterilmiştir. Köy tavukları veya yumurta verim ömrünü tamamlamış genelde iki yaşından büyük çıkma tavukların kas dokusu ve oranı, kastaki kollagen miktarı, pH değeri, su tutma kapasitesi, strüktürü ve kas lif yapısı altı haftalık piliçlerden farklıdır. Dolayısıyla 45 günlük körpelikte kesilen bir pilicin kısa sürede pişeceği herkesin kolaylıkla algılayabileceği basitlikte bir durum iken, programda konunun iki saatten önce pişiyorsa o tavuk sağlıklı değildir noktasına getitirilmesi ülkemiz gibi zaten protein tüketimi düşük bir ülke için son derece üzücüdür. Gögüs ve but eti kasındaki kollagen miktarı genotip ile alakalıdır. Bu nedenle çıkma tavukla broylerde aynı olması zaten beklenmemektedir. İki tıp doktorunun yaşlı, sindirilebilirliği düşük, yağ oranı yüksek tavuk etini, sadece iki saat gibi uzun bir sürede pişiyor diye sezgisel bir şekilde savunmaları son derece yanlıştır.
Programda konuklar yumurta konusunda kendilerine gösterilen yumurtalardan küçük olanın köy yumurtası olabileceğini söyleyebilme cesaretini göstererek kendilerine yeni bir uzmanlık alanı yaratmışlardır. Oysa yumurta büyüklüğünün tavuğun büyüklüğü, genotipi, yaşı ve beslenmesi ile ilgili olduğu ve gözle inceleme ile bilinemeyeceği çok iyi bilinen bir gerçektir.
Gıda güvenliği gibi toplum sağlığını doğrudan ilgilendiren bir konunun uzman olmayan kişiler tarafından bilimi ve uzmanlık alanı hiçe sayarak doğrudan kişisel ve sezgisel fikirlerini beyan etmek suretiyle ve abartarak sunulması toplumsal sorumluluk bilinciyle bağdaşmamaktadır.
- yüzyılda ülkemizde halkı bilinçlendirmek amacıyla yapılan böyle bir programda konuya bilimsel gerçekleri tamamen gözardı ederek, konunun uzmanı olmayan kişilere söz hakkı vererek sansasyonel bir şekilde yaklaşılması son derece hatalıdır ve toplumu yanlış yönlendirmektedir. Program yapımcılarının da bu hususu göz önünde bulundurmaları toplumsal bir sorumluluk gereğidir.
Tavuk, süt ve ürünleri konularında bilgi birikimi olmaksızın, kişisel algı, tecrübe ve kaygıları gerçekmiş gibi göstererek halkımızın yanlış bilgilendirilmesini doğru bulmadığımızı, konu ile ilgili bilimsel bir kanıt olmaksızın uzman olmayan kişiler tarafından yapılan açıklamalara itibar edilmemesi hususunu kamuoyuna açıklarız. Bu vesile ile gıda güvenliği ile ilgili konularda ekte listesi verilen Gıda Güvenliği Derneği Bilimsel Danışma Kurulu vasıtasıyla programlarınıza destek vermekten memnuniyet duyacağımızı ifade etmek isteriz.
Gıda Güvenliği Derneği
Bilimsel Danışma Kurulu